Her şeyden evvel şunu belirtmek elzemdir: İran sineması duyarlığın sinemasıdır, inceliğin. Bunu yalnızca lirik bir incelik olarak algılamamak gerekir (gerçi, her incelik de nihai olarak liriktir ya) zira İran sineması politik, sosyolojik, dini, psikolojik vs vs her vakayı ele alırken incelmiş bir estetik duyusu eşlik ediyor anlatıya. Fakat ben gene de İran sinemasının sırrını bizzat, yalnızca ve sadece bu incelikler dokumasında, duyarlık temaşasında aramak taraftarı değilim. İran sineması bu yüzyılın sonunda nerdeyse kilitlenen Batı sineması karşısına derinliği kendinden menkul bir teklifle çıktı. Teklif diyorum zira İran sineması bir filmi, bir hikâyeyi aktarmaktan çok bir şeyleri teklif ediyor adeta. Çocuksuluğu hiç ama hiç kaybetmemeyi, körlerin gören büyük gözlerini, serçelerin bitmeyen şarkısını, yağmurun sonsuz mesajını… Bütün bunları ve hatta daha fazlasını teklif ediyor dünyaya İran sineması. Sinemanın vardığı bir yer daha doğrusu dünya sinemasının vardığı bir yer olarak telakki etmekte fayda görüyorum ben bu imkânı. Zira Batı sinemasını bu anlamda yok saymak da haksızlık olur. Nitekim gerek İtalyan gerek Fransız sinemasının bu çağın ortalarında geçirmiş oldukları deneyimler bugün İran sinemasının geldiği yer ile birlikte düşünülürse şu yargıya varılabilir: İran sinemasının bir diğer sırrı da kendinden önceki ve kendinden başka sinema ekollerini sindirmiş olması ve kendi imkânları nispetince o sinemalardan alacağını almaktan imtina etmemesidir. Yani İran sineması bir Godard’a, Bunuel’e, Tarkovksi’ye, Fellini’ye açıktır. Bunu görebilmek için illa yönetmenlerin mülakatlarına eğilmeye gerek yok, kullandıkları dilin özgünlüğü bunu gösteriyor zira. Özgünlük diyorum zira özgünlük salt sinemada değil diğer bütün sanatlarda da olduğu gibi diğer ekolleri çok iyi bilmekten geçer, yok saymaktan ya da karalamaktan değil. Tam da burada meseleyi daha net anlayabilmek adına Edip Cansever’in şiirinden bir mısraya(öneriye) kulak verelim:”bütün ol ve ayrı tut kendini,zaten öyledir,hep öyledir”. İran sinemasını da dünya sinemasında bu kadar öne çıkartan şey de biraz budur sanki bütünledir fakat ayrı tutar kendini. Aslında yazının konusu değil ama tam burada Türk sinemasına bir parantez açabiliriz. Türk sinemasının da en büyük zafiyeti budur işte: Bütünle değildir ama ayrı da tutmaz kendini. Gerçi bu yalnızca Türk sinemasının değil Türk romanının, Türk modernleşmesinin, Türk ekonomisinin kısacası Türk şiiri hariç her türlü Türkî atılımın en büyük zafiyetidir. Fakat sinema hususuna gelirsek birkaç istisna dışında Türk sinemasında sinemanın evrensel geleneğine, büyük diline yaklaşmak iştihasını göstermek nasip olmamıştır pek kimselere. Zeki Demirkubuz’un ODTÜ’ye geldiğinde şunu anlattığını hatırlıyorum:’7.Mühür’ü izlemek için televizyonun karşısına geçip daha sonra sıkılıp açıp bir Al Pacino filmi izlediğini. Bergman’ın 7.mühüründen sıkılıp Albert Camus, Dosto özentisi yaptığı filmlerine ne demeliyiz o zaman? İran sineması konumuz lakin laf açılmışken bunu söylemek istiyorum: Zeki Bey, Bergman’dan sıkılıyorsanız Albert Camus’nun kötü taklitleriyle de canımızı sıkmayın. Geçin artık şu kafası karışık arada kalmış Avrupalı aydın tırışkasını, buradan bize 100- 150 yıldır ekmek çıkmadı, size de pek çıkmaz. Size ‘masumiyet’ yakışır,’kader’e boyun eğen o güzel boyunlar yakışır. Neyse bu uzun parantezi izninizle kapatıyorum)
İran sinemasının bir diğer büyüsü de Şia kültüründe aranmalıdır diye düşünüyorum. Hatta yalnızca Şia değil kadim Fars geleneğinde de aramak gerekir. Şöyle: Fars şiiri olsun Şia kültürü olsun görselliğe büyük önem atfeder. Gökçeliği görsellikte arayan, yansıtan bir kültürdür karşımızdaki. Bu da doğal olarak sinemasına diğer medeniyetlere nazaran daha büyük bir imkân veriyor.
Bu yazıyı İran sinemasına dair yazmayı düşündüğüm yazılar toplamının ilki olarak yazıyorum, bir nevi bir girizgâh. İran sineması bahsetmeye, açılım yapmaya, üzerine gitmeye, üzerinde düşünmeye değer bir sinema. Bu sinemanın dertlerini, endişelerini, gayelerini, fotoğraflarını, hüznünü en önemlisi teklifini daha sarih kavrayabilmenin yolu da buradan geçiyor zaten. Onu irdelemekten, ona kulak vermekten. İran sinemasını deşmeye devam edeceğiz inşallah…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder